TÜRKÜ SÖYLÜYOR OTLAR

Bu yazıda Doris Lessing'in 2007'de Nobel Edebiyat Ödülü almasını sağlayan "Türkü Söylüyor Otlar" adlı romanını ele alıyorum.

Güney Afrika yerlilerinin -siyahilerin- ve beyaz adamın bir bakıma efendi ile uşak ilişkisi açık seçik bir durulukla işleniyor. 

Doris LESSİNG  "Türkü Söylüyor Otlar"

   Siyah Beyaz

   Ngesi Güney Rodezya'da bugünkü adı Zimbabwe olan ülkede bir kasabadır. Afrika'nın o kendine özgü yoksulluğu içinde medeniyetten bihaber olan, beyazların efendi siyahlarınsa insan dahi sayılmadığı o bildik yerlerden sadece biridir.

Beyaz ve siyah nedir? Bir renkten daha fazlası olan bu iki sözcük öyle ki isimlerin önemsizleştiği, para ve gücün değer kesbettiği yerde bir unvan, bir kimlik demektir.  Her devirde süregelen toplumsal çatışma, kriz ve savaşlara yol açan bu renkler tabii ki Mary’yi de etkileyecekti. Aslında yaşadığı toplum onu buna itti, her zaman insan içinin derinliklerinde ateşlenmeyi bekleyen fitil gibi bir duyguydu bu, yeryüzüne çıkması için birkaç zehirli sözcük yeterliydi. Siyah, beyaz, para... Gücün insanı yozlaştırdığı noktasındaki görüşü destekler nitelikte bir vaka gibi Mary vakası.

Genç yaşta ailesini kaybetmesi acısından sonra kendini özgür hissetmesi onu daha güçlü kılmaya başlamış, yaşadığı sefaletten kurtulup şehirli bir kadın olmuştu artık Mary.

Okuyup kendi ayakları üzerinde durmayı başarması ona yetmedi. Bir insan olarak kabul görmeyen yerliler ve onların efendileri beyaz İngilizlerin savaşıydı bu.

Toplum böylesine uçurumlar içindeyken Güney Afrika’da bir kadının, genç bir kadının yaşamın her alanında kendine bakması, yalnız kalması asla düşünülemezdi, kimse bunu hoş karşılamazdı. Çünkü siz kendi halinizde yaşayıp giderken siyahi bir yerli tarafından hırsızlığa, tecavüze ve cinayete kurban gidebilirdiniz.

Yıllar ilerledikçe saf ve içinde kötülüğe yer olmayan Mary için yine o canlı organizma olan toplum bir yol çizmeye başladı; evlenmeli, çocuk sahibi olmalı, beyazların onurunu ve gururunu korumalı, bu başıboşluğa bir son vermeli diye tutturdu. Bu şekilde zamanla yalnızlık ve mutsuzluğa itilen Mary istemeden de olsa kendini buna inandırmaya başladı. Tüm bu pırıltılı yaşantısında eksik olanın bir eş olduğu gerçeğine saplantılı olarak tutundu. Fakat çocukluğunda onun için iyi bir örnek olmayan babası yüzünden ilerleyen yaşında bir erkeğe bağlı olma düşüncesi onu hayattan soğutuyordu. Buna rağmen evlenecekti, evet yalnızlığa itildiği bu durumdan kurtulmanın tek yolu buydu.

Ngesi’de çiftlik sahibi Dick Turner ile yolları kesiştiğinde hiç düşünmeden evlendi. Turner beyaz bir İngiliz’di. Yıllardır, hayallerinde kurduğu, gelecek hayatını bağladığı çiftliğinde bir arpa boyu yol alamamış Mary’yi de sefil yaşantısına dâhil edecekti.

Var olan yalnızlığını çiftliğin kasvetli, sıcak ve boğucu havasıyla derinleştiren, dünyayla bağlantısını koparan Mary, zamanında annesinin yaşadığı hayata mahkûm olma düşüncesiyle kıvranmaya başladı.

İçindeki fitilin yanma vaktinin geldiğini derme çatma evinde ona hizmet eden ve çiftlikte kavurucu sıcakta çalışan yerlilerle bir diğer deyişle siyahilerle karşılaşınca anladı.

Onlara karşı öfke, nefret, acınacak bir nefretle bakıyor, yerliler ruhunu daraltıyor, midesini bulandırıyorlardı.

Yeni gelen her uşağı bir şekilde azarlayıp kovduruyordu. Sırtlarına her an acıyla inmeye hazır bir kırbacın varlığı yerlileri dizginliyor, beyazlaraysa güven veriyordu. Mary Dick’ten bile uzak duruyor, yalnız kalıp o eski hayatını düşlüyordu. Formalite evlilik zamanla çatırdıyor, eşine bir anne şefkatiyle yaklaşıyor gelecekten ümidi tükeniyordu çiftlikte.

Zamanla bu hayatın sonuna geldiğini sezmeye başlayan Mary için çiftlik zindana dönüştü. Siyah bir uşakla efendi uşak ilişkisini aşan tavırlar sergileyen ve artık akli dengesi yerinde sayılmayan Mary için çanlar çalmaya başladı. Bunu diğer beyazların güvenliğine, onuruna zarar veren bir şeymiş gibi gören toplum onun cezalandırılmasını içten içe istiyor, bardağı taşıracak damlayı bekliyordu.

Yine her şeyden el etek çekmeye, hayatlarını düzeltmeye başlayacakları sırada kaçınılmaz sonunu kendi elleriyle hazırladı Mary. Tükenmiş ruhu bedeninden ayrılmak istiyordu. Beyazların onuru için ölüm ona haktı artık. Mary hesap vermiş, onlar da rahatlamıştı.

Mary bana Madam Bovary’yi hatırlattı bu noktada. Evli bir kadının toplumsal baskılar sonucu hayatının mahvoluşu, eriyip yok oluşunun net bir göstergesi. Pek çok defa yerlilerden zenci diye bahsedilmesine rağmen ben, siyahi demeyi tercih ettim, tüm aşağılanmışlıklarına bir de bunu eklemem doğru olmazdı.

Türkü Söylüyor Otlar, acıklı bir türkü söyledi otlar, bir beyaz bir siyah dedi otlar. Cinsiyet ve renkler arası bir yergi, hiçbir zaman bu konuda net çizgilerin çizilemeyeceğine dair iyi bir ders niteliğinde Lessing’in romanı.


Mustafa DİKER 12.03.2023

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar